İletişim kuramları
dersinde çok değerli bir hocamın söylemleri doğrultusunda tekrar düşündüğüm bir
konuya ucundan hafifçe değinmek istiyorum. Özgürlük.
Çoğu zaman konuşulan
bir konudur, özgürlük ve özgür olmak. Ve yine çoğu zaman birçok kişi özgür
olmadığı, olamadığı ya da olamayacağı konusunda yakınır. Genel serzenişler çoğu
kişide ortak. Elbette her şeyde olduğu gibi kapitalist dünyanın bir hediyesi
olarak ekonomik sebepler temel oluyor. Materyalist kişilerde bu daha da
belirgin gözleniyor. Her şeyin ucunu bir şekilde paraya dayandırabiliyorlar.
Birazda öyle aslında ama tamamen değil! En klasik söz ise “kredi kartının
limiti kadar özgürsün” olsa gerek
Ardından dini ve
siyasi sebepler geliyor. Bunlarla birlikte tabi birde güzelim ülkem Türkiye
için düşünce özgürlüğü konusu açılıyor. Zamanında suç sayılmış düşünmek.
Düşündüklerini yazdıkları için yazarlarımız, şairlerimiz, aydınlarımız ceza almış,
hapis yatmış. Özgürlüklerini kaybetmiş -mi acaba?- Yazdıklarından, yakılmaktan
kurtulanlar ile her şeye ve herkese rağmen, bütün kurallara, yasalara rağmen,
duvarlar, demir parmaklıklar, prangalar özgür olmalarını engelledi mi ki?
En muhafazakârlarda
bile inanç daha geriden geliyor. Kapitalizm ve materyalizm öyle bir sarmış ki
etrafımızı doğduğumuz andan beri bizi biz yapan, değerlerimize değer katan,
davranışlarımıza, yaşama şeklimize bile yön veren, kısacası her şeyi kontrol
eden inancımız bir nebze olsun geride kalıyor. Ara sıra tartışılıyor; süslü
insanlar dünyasında reyting aracı olarak, bürokratlar tarafından seçim
malzemesi olarak. Temcit pilavı gibi ısıtıla ısıtıla önümüze konuluyor inanç
özgürlüğü. Şimdi de mecliste cem evi açılsın isteniyormuş. Nerede kaldı
laiklik?! Bırakın cem evini bir mescit, camii olması bile yanlış geliyor bana.
Git meclisin yakınına yap ibadethaneni. Niye meclisin içine açıyorsun ki!
Hadi açtın diyelim.
Madem bu ülkede inanç özgürlüğü var -en azından yasalarda öyle yazıyor- o zaman
bir Hristiyan ya da Yahudi de kalkıp kilise ve sinagog isteyebilir ve yapmak
zorunda kalınır. Hadi onlar neyse; semavî olmayan dinlere mensup bir milletvekili
de isterse?! İbadethane dolar ortalık, nefes almaya yer kalmaz. Çünkü inanç
özgürlüğü var dedik bir kere. Dinler ise inancı içinizde yaşayın diyor.
Gösteriş için kullanmayın. Eee… Peki bu ne oldu böyle?
Eğitim özgürlüğü var,
ama okuldan siyasi görüşü nedeniyle atılanlar da var.
İnanç özgürlüğü var,
ama aforozda var.
Düşünce özgürlüğü
var, ama düşündüklerin için hapis yatmak da, canından olmak da var.
Peki, hiç duygudaşlık
yaparak eleştirdik mi özgürlüğü? Pek sanmıyorum. En azından ben yapmamıştım,
bugüne kadar. Kanun kitaplarından, cahil hâkim ve savcılardan korkmuyorsanız bir
düşünün; yasalar, kurallar, diğer insanlar, el âlem ne der? Gibi suni engelleri
bir kenara bırakın. Siz kendiniz, kendi içinizde özgür müsünüz?
Çoğu kişi kendi
koyduğu kurallar ile kendi özgürlüğünü kısıtlıyor. Belki bilerek ve isteyerek
kendisini korumak için, adeta toplumsal, sosyal hiyerarşiden korumak için bir
duvar inşa ediyor. Ve kendi duvarları içinde yaşıyor, yazıyor, seviyor. Belki
de hiç farkında bile olmadan, bilinçaltımızın bir oyununun sonucu kısıtlıyor
kendini. İstem dışı, ne olduğunu, neden yaptığını, nereden geldiğini bilmeden.
Hatta kendi engellerinin, duvarlarının bile farkına varmadan. Kişi kendi
özgürlüğünü kendisi kısıtlıyor. Bilinci ya da bilinçaltı ile.
Demek istediğim şu;
hiçbir yasa tarafından korunmayan, yasak olmayan bir olguyu sırf öyle
düşündüğümüz için yapmıyoruz. Mesela şimdilerde, her ne kadar illegal yollarla
verilen cezalar olsa da hiçbir yazar rahat rahat eleştiremiyor mevcut
otoriteyi. Sebep? Eleştirdiği için ceza alan birkaç kişi yüzünden bilinçaltında
taraf değiştiriyor. En sağlam yazarlar bile daha yumuşak bir üslup kullanmayı
tercih ediyor. Belki bilerek, belki bilmeyerek ama durum bu.
Birileri kalkıyor,
bunu bunu yapamazsınız diyor ve sonra herkes ona uyuyor. Sadece birileri de
değil, toplumda destekliyor bu durumu ve sizde ister istemez içinde
buluyorsunuz kendinizi, doğum ile birlikte başlıyor ve sonsuza dek uzanıyor bu
gerçek anlamda özgür olmama, olamama durumu. Bunu yıkmayı başarabilenler ise
bağımsızlıkları peşinde ölümüne koşmayı sürdürüyorlar. Genellikle de hakkını
vererek mücadele edenler ise Atatürk oluyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder